23 Ocak 2016 Cumartesi

Dediğimi Yap Yaptığımı Yapma: Neoliberal Politikalara Eleştiri



   Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması ile gelişmiş ülkelerin hepsi gelişmekte olan ülkelere kendileri gibi kalkınmak istiyorlar ise serbestleşme politikalarına geçmelerini önermişlerdir. Ve bu konuda tereddütte olan ya da serbestleşme politikalarını reddeden ülkelere de çeşitli yaptırımlar uygulamışlardır. Tarihsel süreçte geçmişe doğru bir tarama yaptığımızda gerçekten de günümüz kalkınmış ülkelerinin, kalkınma dönemlerinin başlarında serbestleşme politikaları mı uyguladıklarına baktığımızda bu durumun bir kaç istisna dışında böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Günümüz ekonomilerinde serbestleşme yanlısı politikaların en büyük savunucusu olan İngiltere ve ABD kalkınma dönemlerinin başlangıcında çokta katı bir şekilde korumacılığı uyguladığını söylemek mümkündür. İngiltere 1400’lü yıllardan itibaren 1800’lü yıllara kadar karşılaştırmalı üstünlüğü elde edene kadar bir çok sektörde korumacılığa gitmiştir. Bu korumacılık politikaları uygulanmasaydı İngiltere sanayileşmede ki başarısını yakalaması pek te mümkün olmayacaktı. Öyle ki 1800’lü yılların başında baskılara dayanamayıp korumacılığı hafifleten İngiltere belirli bir zaman sonra elde ettiği karşılaştırmalı üstünlükleri kaybetmeye başladığını fark ettiği anda 1900’lü yılların başında tekrar korumacı politikalara geri dönüş sağladı. 1700’lü yıllarda Hindistan’dan yoğun bir şekilde yapılan pamuklu ürün ithalatı, korumacılıkla beraber İngiltere pamuklu ürün sanayisinin gelişmesi ile birlikte 1873 yılına gelindiğinde İngiliz pamuklu mal ihracatının %40-45’inin Hindistan’a yapılıyor olması korumacılığın bir ülke sanayisinin gelişmesi için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. ABD günümüzde serbestleşme hareketinin bayrak taşıyanı konumu olmasına rağmen bağımsızlığını kazandığı ve kalkınmaya başladığı yıllarda en katı korumacılığı uygulayan ülkedir. Amerika’nın tarihi dikkatli ve yansız okunduğunda bebek sanayi korumasının önemi ortaya çıkar. Öyle ki 1820 yılında mamul mallara uygulanan tarife oranı yaklaşık %40’lar seviyesindeydi. 1860 seçimlerinde Lincoln’un seçim propagandası korumacılığı arttıracağını söyleyerek yer vermesi ona seçimden zaferle çıkmanın kapısını aralamıştı. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Amerika’nın ekonomide korumacılık güdüleri devam etti ve sanayide karşılaştırmalı üstünlüğü ele aldıktan sonrada savaş sonrası serbestleşme politikalarının en ateşli yanlısı olarak dünya ekonomi piyasasında yer aldı. Yapılan araştırmalarda korumacılığın ABD ekonomisi için ne kadar faydalı olduğunu gözler önüne sermektedir. On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve 1920’lere kadar korumacılık politikaları uygulayan Amerika ekonomisi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olduğunu göstermektedir. Aslında bu kadar gerilere de gitmeye gerek yoktur. Gelişmekte olan ülkelere serbest piyasa ekonomisini öneren ve dayatan Amerika 2008 krizi sonrası neo liberal politikaları bırakarak piyasalara sert müdahalelerde bulunmuştur. Özel kesim bankaları ve önemli şirketleri batmaktan kurtarmak için çok büyük yardım fonları oluşturup kamunun bu fonlarını piyasanın tekrardan ayağa kalkabilmesi için kullanmıştır. Oysa ki gerçekten gelişmekte olan ülkelere önerdiği neo liberal politikalara bağlı kalsalardı piyasanın kendi kendine krizden çıkmasını beklerken neo klasiklerinde kriz dönemleri için dediği gibi tabiri caizse sistemde bulunan çürük elmaların kriz döneminde tasfiye olması ve piyasada sadece güçlü firmaların kalmasına göz yumardı. Lakin neo liberal politikaların tam tersini uygulayarak kamu kaynaklarını neredeyse hepsini piyasanın tekrar ayağa kalkması için kullandı.

Bebek endüstriler tezi 18. Yüzyılın sonlarına doğru Alexander Hamilton ve Friedrich List tarafından geliştirilmiş, ileride gelişip karşılaştırılmalı üstünlüğe sahip olacak alanların korumacılık ile gelişmelerini sağlayıp tamamlayana kadar korunarak, daha sonra karşılaştırmalı üstünlükleri elde ettiklerinde uluslararası piyasalarda üstünlük sağlamalarıdır. Hamilton bu stratejiyi ABD için uygularken List’te sürgün yıllarında etkilenip Almanya’ya geri döndüğünde bu stratejileri uygulamıştır. 1980’li yılların başlarında neo liberal politikaların gelişmiş ülkeler tarafından tüm dünya ülkelerine dayatılması ile birlikte gelişmekte olan ülkeler daha karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olamadan, uluslararası alanda rekabet gücü elde edemeden dışa açılmalarının cezasını büyük cari açıklar vererek ödedi. 80’li yıllarda sadece bir kaç gelişmekte olan ülke serbestleşme politikalarına karşı çıkarak korumacılığa devam etti ve günümüzde o ülkelerde kalkınmalarını gerçekleştirmiş oldu. Örnek vermek gerekirse Güney Kore. Günümüzde ise bebek endüstriler tezini uygulayamadan dışa açılan ülkelerin en büyük sorundan biriside bağımlılık oldu. Gelişmekte olan ülkeler teknoloji bakımından gelişmiş ülkelere bağımlı kalmaları sonucu doğurdu. Çok uzağa gitmeye gerek olmadan Türkiye açısından da bu durumu inceleyebiliriz. Kurtuluş savaşından çok partili hayata geçene kadar korumacılık uygulayan ülkemiz, hem bu yıllar itibari ile dış fazla verirken hem de ithal ikameci politikalar ile kendi sanayilerini geliştirmeye başlamıştı. Öyle ki bu dönemde ilk yerli uçak üretilip ihraç dahi edilmişti. Savaş sonrası her karış toprağı talan edilen bir ülkenin doğru politikalar ve korumacılıkla kısa sürede toparlanmaya başlaması da gelişmekte olan ülkelerde devletin uygulamış olduğu doğru politikaların gelişip kalkınmada ne kadar etkisi olduğunu göstermektedir. 1946 yılında ihracatın ithalatını karşılama oranı Türkiye’de %180,5 iken 1947 yılında bu oran %91’e düşmüştür ve bir daha ihracat verileri ithalat verileri üzerinde gerçekleşmemiştir.(TÜİK) Gelişmekte olan ülkelerin teknolojik bağımlılıktan kurtulmaları, kalkınmalarını tamamlamaları ve dünya ticaretinde söz sahibi olabilmeleri için kendi ülke, kültür, jeopolitik yapılarına uygun kilit sektörler belirleyerek bu sektörlerin gelişmesi için tarifelerle koruması gerekmektedir. Bu belirlenen sektörlerde devletin gözetimi ve teşviki altında gelişmelerini tamamladıkları an uluslararası piyasalara açılıp söz sahibi olacaklardır. Ve bu da pozitif dışsallık yayarak ileri ve geri bağlantılı olduğu ülkede bulunan diğer sektörleri de olumlu etkileyecektir. Ancak ne yazık ki günümüz piyasa ekonomisi koşulları altında gelişmiş ülkelerin bunları yaptırmaya göz yumacaklarını düşünmek biraz da fazla iyimserlik olacaktır. Bu nedenle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arası fark neo liberal iktisatçıların belirttiği gibi serbestlik ile beraber kapanacağı yere daha da çok artacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder