Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması ile gelişmiş ülkelerin hepsi
gelişmekte olan ülkelere kendileri gibi kalkınmak istiyorlar ise serbestleşme
politikalarına geçmelerini önermişlerdir. Ve bu konuda tereddütte olan ya da
serbestleşme politikalarını reddeden ülkelere de çeşitli yaptırımlar uygulamışlardır.
Tarihsel süreçte geçmişe doğru bir tarama yaptığımızda gerçekten de günümüz
kalkınmış ülkelerinin, kalkınma dönemlerinin başlarında serbestleşme
politikaları mı uyguladıklarına baktığımızda bu durumun bir kaç istisna dışında
böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Günümüz ekonomilerinde serbestleşme
yanlısı politikaların en büyük savunucusu olan İngiltere ve ABD kalkınma
dönemlerinin başlangıcında çokta katı bir şekilde korumacılığı uyguladığını
söylemek mümkündür. İngiltere 1400’lü yıllardan itibaren 1800’lü yıllara kadar
karşılaştırmalı üstünlüğü elde edene kadar bir çok sektörde korumacılığa
gitmiştir. Bu korumacılık politikaları uygulanmasaydı İngiltere sanayileşmede
ki başarısını yakalaması pek te mümkün olmayacaktı. Öyle ki 1800’lü yılların başında
baskılara dayanamayıp korumacılığı hafifleten İngiltere belirli bir zaman sonra
elde ettiği karşılaştırmalı üstünlükleri kaybetmeye başladığını fark ettiği
anda 1900’lü yılların başında tekrar korumacı politikalara geri dönüş sağladı.
1700’lü yıllarda Hindistan’dan yoğun bir şekilde yapılan pamuklu ürün ithalatı,
korumacılıkla beraber İngiltere pamuklu ürün sanayisinin gelişmesi ile birlikte
1873 yılına gelindiğinde İngiliz pamuklu mal ihracatının %40-45’inin
Hindistan’a yapılıyor olması korumacılığın bir ülke sanayisinin gelişmesi için
ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. ABD günümüzde serbestleşme
hareketinin bayrak taşıyanı konumu olmasına rağmen bağımsızlığını kazandığı ve
kalkınmaya başladığı yıllarda en katı korumacılığı uygulayan ülkedir.
Amerika’nın tarihi dikkatli ve yansız okunduğunda bebek sanayi korumasının
önemi ortaya çıkar. Öyle ki 1820 yılında mamul mallara uygulanan tarife oranı
yaklaşık %40’lar seviyesindeydi. 1860 seçimlerinde Lincoln’un seçim
propagandası korumacılığı arttıracağını söyleyerek yer vermesi ona seçimden
zaferle çıkmanın kapısını aralamıştı. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Amerika’nın
ekonomide korumacılık güdüleri devam etti ve sanayide karşılaştırmalı üstünlüğü
ele aldıktan sonrada savaş sonrası serbestleşme politikalarının en ateşli
yanlısı olarak dünya ekonomi piyasasında yer aldı. Yapılan araştırmalarda
korumacılığın ABD ekonomisi için ne kadar faydalı olduğunu gözler önüne
sermektedir. On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve 1920’lere kadar korumacılık
politikaları uygulayan Amerika ekonomisi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi
olduğunu göstermektedir. Aslında bu kadar gerilere de gitmeye gerek yoktur.
Gelişmekte olan ülkelere serbest piyasa ekonomisini öneren ve dayatan Amerika
2008 krizi sonrası neo liberal politikaları bırakarak piyasalara sert
müdahalelerde bulunmuştur. Özel kesim bankaları ve önemli şirketleri batmaktan
kurtarmak için çok büyük yardım fonları oluşturup kamunun bu fonlarını
piyasanın tekrardan ayağa kalkabilmesi için kullanmıştır. Oysa ki gerçekten
gelişmekte olan ülkelere önerdiği neo liberal politikalara bağlı kalsalardı
piyasanın kendi kendine krizden çıkmasını beklerken neo klasiklerinde kriz
dönemleri için dediği gibi tabiri caizse sistemde bulunan çürük elmaların kriz
döneminde tasfiye olması ve piyasada sadece güçlü firmaların kalmasına göz
yumardı. Lakin neo liberal politikaların tam tersini uygulayarak kamu
kaynaklarını neredeyse hepsini piyasanın tekrar ayağa kalkması için kullandı.
Bebek endüstriler tezi 18. Yüzyılın sonlarına doğru
Alexander Hamilton ve Friedrich List tarafından geliştirilmiş, ileride gelişip
karşılaştırılmalı üstünlüğe sahip olacak alanların korumacılık ile
gelişmelerini sağlayıp tamamlayana kadar korunarak, daha sonra karşılaştırmalı
üstünlükleri elde ettiklerinde uluslararası piyasalarda üstünlük
sağlamalarıdır. Hamilton bu stratejiyi ABD için uygularken List’te sürgün
yıllarında etkilenip Almanya’ya geri döndüğünde bu stratejileri uygulamıştır.
1980’li yılların başlarında neo liberal politikaların gelişmiş ülkeler
tarafından tüm dünya ülkelerine dayatılması ile birlikte gelişmekte olan
ülkeler daha karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olamadan, uluslararası alanda
rekabet gücü elde edemeden dışa açılmalarının cezasını büyük cari açıklar
vererek ödedi. 80’li yıllarda sadece bir kaç gelişmekte olan ülke serbestleşme
politikalarına karşı çıkarak korumacılığa devam etti ve günümüzde o ülkelerde
kalkınmalarını gerçekleştirmiş oldu. Örnek vermek gerekirse Güney Kore.
Günümüzde ise bebek endüstriler tezini uygulayamadan dışa açılan ülkelerin en
büyük sorundan biriside bağımlılık oldu. Gelişmekte olan ülkeler teknoloji
bakımından gelişmiş ülkelere bağımlı kalmaları sonucu doğurdu. Çok uzağa
gitmeye gerek olmadan Türkiye açısından da bu durumu inceleyebiliriz. Kurtuluş
savaşından çok partili hayata geçene kadar korumacılık uygulayan ülkemiz, hem
bu yıllar itibari ile dış fazla verirken hem de ithal ikameci politikalar ile
kendi sanayilerini geliştirmeye başlamıştı. Öyle ki bu dönemde ilk yerli uçak
üretilip ihraç dahi edilmişti. Savaş sonrası her karış toprağı talan edilen bir
ülkenin doğru politikalar ve korumacılıkla kısa sürede toparlanmaya başlaması
da gelişmekte olan ülkelerde devletin uygulamış olduğu doğru politikaların
gelişip kalkınmada ne kadar etkisi olduğunu göstermektedir. 1946 yılında
ihracatın ithalatını karşılama oranı Türkiye’de %180,5 iken 1947 yılında bu
oran %91’e düşmüştür ve bir daha ihracat verileri ithalat verileri üzerinde
gerçekleşmemiştir.(TÜİK) Gelişmekte olan ülkelerin teknolojik bağımlılıktan
kurtulmaları, kalkınmalarını tamamlamaları ve dünya ticaretinde söz sahibi
olabilmeleri için kendi ülke, kültür, jeopolitik yapılarına uygun kilit
sektörler belirleyerek bu sektörlerin gelişmesi için tarifelerle koruması
gerekmektedir. Bu belirlenen sektörlerde devletin gözetimi ve teşviki altında
gelişmelerini tamamladıkları an uluslararası piyasalara açılıp söz sahibi
olacaklardır. Ve bu da pozitif dışsallık yayarak ileri ve geri bağlantılı
olduğu ülkede bulunan diğer sektörleri de olumlu etkileyecektir. Ancak ne yazık
ki günümüz piyasa ekonomisi koşulları altında gelişmiş ülkelerin bunları
yaptırmaya göz yumacaklarını düşünmek biraz da fazla iyimserlik olacaktır. Bu
nedenle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arası fark neo liberal
iktisatçıların belirttiği gibi serbestlik ile beraber kapanacağı yere daha da
çok artacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder