9 Aralık 2015 Çarşamba

DIŞ TİCARET VE TÜRKİYE

Dış Ticaret Hadleri

Dış ticaret haddi genel tanımı ile ülke ihraç malları fiyat endeksinin ülke ithal malları fiyat endeksine oranlanması ile bulunur. Ülke ihraç malları fiyatının artması ülke dış ticaret haddini arttırıp ticaretten kazançlı çıkıldığını gösterirken ülke ithal malları fiyat endeksi artışı dış ticaret hadlerinde ki bozulmayı ve ülkenin dış ticaretten zararlı çıktığını gösterir. Dış ticaret hadlerinde ki bir artma ülke refahına olumlu yansımaktadır. Ülkeler tarifeler ve tarife dışı kotalar ile ithalatı kısıtlamaya çalışırken ihraç mallarının da fiyatlarını arttırma eğilimindedirler. Günümüz dış ticaret koşullarında yüksek teknoloji gerektiren, katma değeri yüksek ürünler karşılaştırmalı üstünlüğe sahipken geleneksel ürünler ise dezavantajlı durumdadır. Yüksek teknoloji ihraç eden ülkelerin dış ticaret hadlerinin yüksek olması bu ürünleri ihraç eden ülkelerin refahına yüksek katkıda bulunmaktadır. Günümüz gelişmiş ekonomilerin hemen hepsi teknolojik ürünlerde karşılaştırmalı üstünlük kurarak gelişmiş ekonomi sınıfına girmişlerdir. Günümüz de gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere korumacılık yerine dışa açılmayı ve serbestleşmeyi önerseler de, bu politika gelişmekte olan ülkeler için uygulanabilir bir politika değildir. Gelişmekte olan ülkelerin neredeyse hepsi geleneksel ürünler, işlenmemiş mal mamul ihraç ederken katma değeri yüksek ürünler ithal etmektedir. Bu durumda dış ticaret hadlerini aleyhlerine döndürmektedir. Bu noktada da gelişmekte olan ülkeler ciddi dış ticaret açıkları ile karşılaşmaktadırlar.


Türkiye’de Dış Ticaret Haddi ve Dış Açık

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında 1929 yılında gümrük tarifelerini değiştirme serbestisinin kazanılması ile korumacılığa geçilmiştir. 1923 ile 1929 yılı arası ihracatın ithalatı karşılama oranı ortalama %60 oranında iken 1929 yılında korumacılığa geçilmesi ile ihracat ithalatı geçmiştir. 1950’li yıllara kadar uygulanan bu politika ile ihracat ithalatın üzerinde seyir etmiştir. Daha sonra serbest ticaret koşullarına geçilmesi ile birlikte o yıllardan günümüze kadar dış ticaret açığı ile karşılaşılmıştır. Bu da bizlere göstermektedir ki karşılaştırmalı üstünlüğü elde etmeden Friedrich List’in Bebek Endüstriler Tezini uygulamadan dışa açılma ülkelerin dış ticaret hadleri aleyhine gelişip dış ticaret açıkları gerçekleşmiştir. Bu durum Türkiye’nin dış ticaretinde gözlenmiştir.


AB ile Gümrük Birliği Süreci


Günümüz dünya ticaretinde küreselleşme içinde ortaya çıkan bölgeselleşmelerle dünya ticaret hacmi arttırılmaktadır. Türkiye’de bir çok çok taraflı ticaret anlaşmaları ile dünya ticaretinde yer edinmektedir. Bu anlaşmalardan en önemlisi ve en büyük hacimlisi şüphe yok ki Avrupa birliği ile imzalanan anlaşmadır. Avrupa Birliği-Türkiye Gümrük Birliği, 6 Mart 1995 tarihinde Ankara Anlaşması ile kurulan AT-Türkiye Ortaklık Konseyi'nin uygulama kararı almasıyla 31 Aralık 1995 tarihinde yürürlüğe giren gümrük birliğidir. Bu çalışmada Avrupa birliği ile imzalanan gümrük birliği anlaşması sonrası Türkiye’nin kazanç veya zararı incelenecektir. Anlaşmanın ilk geçerli olduğu 1996 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı içerisinde Avrupa Birliğine yapılan ihracatın payı %54 iken 2014 yılı itibari ile %43 oranına gerilemiştir. Oysa ki gümrük birliği ile amaçlanan olgu ihracatı arttırmak ve ülke refahını arttırmaktır. İthalat açısından baktığımızda da 1996’da Avrupa Birliğinden yapılan ithalat %55 iken 2014 yılında toplam ithalatımız içerisinde ki pay ise %36 idi. Gümrük birliği ile temel hedeflenen amaç karşılılıklı ticareti arttırmak iken görüldüğü üzere ticaret iki taraflıda gerilemiştir.


Türkiye’nin Karşılıklı Üstünlüğe Sahip Olduğu Ürün Grupları



Türkiye dış ticaret verileri incelendiğinde yapılan ihracatın aslan payı imalat sanayi ürünlerine aittir. Alt bölüm bazında incelendiğinde ana metal sanayi, tekstil ve giyim üzerinedir. Bu ürün grupları karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Ancak günümüz ticari koşullarında Türkiye’nin ihraç ettiği bu ürünlerin katma değerleri düşük olduğundan dış ticaret hadleri ülkemiz aleyhine gerçekleşmektedir. Dışarıya işlenmemiş mamul tarımsal ürünler ihraç ederken yüksek teknolojili ürünler ithal etmekteyiz. Günümüz ticaret koşulları da yüksek teknoloji gerektiren ürünlerin lehine gelişmektedir. Bu nedenle yüksek bilgi ve uzmanlaşmaya sahip ülkeler bu ürünlerin ticareti ile dünya ekonomisinde söz sahibi olmaktadırlar ve dış ticaret hadleri bilgi içeren ürünleri ihraç eden ülkelerin lehine gelişmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin yapacağı ticaret anlaşmaları, gümrük birlikleri ülkeye yararı olacağından daha fazla zararı olacaktır. Bu nedenle öncelikle bilgi ve bilişime önem vererek Türkiye’nin yüksek teknoloji gerektiren bir alanda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olması gerekmektedir. Bilgisayar, telefon, nano teknoloji vs gibi alanlarda Türkiye için tren kaçmış gözükmektedir. Kanaatimce Türkiye ilaç sektöründe bir atılım yaparak kanser, aids gibi tedavisi henüz net bulunamayan hastalıkların tedavi yöntemlerini geliştirerek bu bilgiye tekel olarak sahip olup dış ticaret hadlerini lehine geliştirebilir. Çünkü Türkiye’de yaklaşık 3000 tane endemik bitki türü bulunmaktadır. Bu sayı tüm Avrupa’da bulunan endemik bitki sayısından fazladır. Bu nedenledir ki bu bitkilerle yapılacak ilaçlarda Türkiye bilgiyi tekelleştirip bir atılım yapabilir. Mevcut serbest ticaret koşullarında Türkiye’nin elinin güçlü olduğunu söyleyemeyiz.  Öyle ki güncel bir olay olan Rusya krizinden bir örnekle bu durumu gözler önüne serebiliriz. Yaşanan uçak krizi sonrası bir takım yaptırımlar yapan Rusya’nın karşısında Türkiye’nin eli çokta güçlü değildir. Türkiye’den Rusya’ya yapılan ihracatın büyük bir bölümünü tarımsal ürünler kaplamaktadır. Bu nedenle Rusya yaptırımlar uygulayarak bu malların alımını sınırlandırdı. Ancak Türkiye açısından baktığımızda ise Rusya’ya karşı bir yaptırım uygulamamız oldukça zor gözükmektedir. Mevut koşullarda ülkemizin enerji dışa bağımlılığı oldukça yüksektir ve bunun büyük kısmı Rusya’dan karşılanmaktadır. Ve bu enerji açığını bir anda ikame etmemiz mümkün olmadığından Rusya’ya karşı elimiz zayıf durumda. Günümüz koşullarında ülkelerin güçlülüğü askeri savunması ile değil güçlü bir ekonomisi ile ortaya konulmaktadır. Bu nedenle ülkemizin yapacağı yapısal reformlar ve bilgiye önemin arttırılması ile daha güçlü bir ekonomi kurularak dışa bağımlılığı azaltılmalıdır...

16 Temmuz 2015 Perşembe

Türkiye'de Eğitim Sistemi ve Ekonomi

Üniversite ve lise tercihlerinin yapıldığı bu dönemde ülkemizin eğitim sisteminin ne kadar aksak olduğu gözükmektedir. Bir yandan kapatılan dershaneler bir yandan gecikmiş bir karar ile dershanelerin kapatılmasının durdurma yönünde verilen yargısal karar ya da TEOG ile hiç kimsenin algılayamadığı bir sistem ile çocukları lise seçmede çileye dönüştüren uygulamalar... 


Eğer bir ülke kalkınma yazınında sınıf atlamak, ileri sınıflı ekonomiler arasında yer almak için kendine hedefler koyuyorsa bunları gerçekleştirmek için yapılması gereken en önemli nokta nitelikli, eğitimli bireyler yetiştirmektir. Çünkü ekonomi biliminin temelinde teoriler, kuramlar, yada piyasanın niteliği gibi durumlar değil " insan " vardır. Alınan kararları uygulayacak ve ya verilen kararlar doğrultusunda adımlar atacak olanlar bireylerdir. Öyle ki eğitim seviyesi istenilen seviyede olmayan ülkelerin alacağı ekonomik kararları uygulamada bunu vatandaşlarının özümseyip algılaması güç olacaktır. İnsani gelişme raporunun 2013'de yayınlanan verilerine göre Türkiye'de eğitim öğretime verilen önemi gözler önüne sermektedir.




Yıllar
Doğumda ortalama yaşam beklentisi
Eğitim görme süresi beklentisi
Ortalama eğitim görme süresi
2005
72,1
11,7
6,1
2010
73,7
12,9
6,5
2011
74
12,9
6,5
2012
74,2
12,9
6,5


Tablodanda görüldüğü üzere ülkemizde 2012 yılında ortalama eğitim görme süresi 7. sınıf bile değildir. Eğitim seviyesi bu düzeyde olan bir toplumda alınacak ekonomik tedbirleri veya yapılacak olan yapısal reformları algılamasını beklemek zor olsa gerek. Ülkeyi ekonomik olarak üst sıralara taşıyacak nitelikli iş gücü varlığıdır. Ancak üzülerek görmekteyiz ki bu eğitim öğretim sistemi ve mevcut durumu ile nitelikli iş gücü yetiştirmek oldukça zor hatta imkansızdır. Bunun için yapılması gereken her 3-4 senede bir eğitim sisteminde yapılan gereksiz değişikliklerin yapılmaması eğitimin belirli bir standarta oturtulması ve insanlarda eğitim bilincinin yerleştirilmesi gerekmektedir. Liselerde verilen müzik ve resim derslerinin yerine ekonominin temellerinin anlatılacağı tasarruf bilincinin o yaşlardaki bireylere aşılanacağı bir temel ekonomik dersi koyulması, alınacak olan ekonomik tedbirlerin, kararların daha geniş halk tabanı tarafından algılanmasını kolaylaştıracak ve bu kararları uygulama aşamasında oldukça faydalı olacaktır. Alınan müzik eğitimi ile kaç büyük sanatçı yetişmiştir ? Ya da hangi devlet okulunda müzik dersinde flüt yerine gitar, keman, piyano eğitimi veriliyordur ? Ancak bu dersler yerine yada bu dersler ile beraber verilecek olan ekonomi dersinin tüm öğrenciler tarafından ileriki hayatlarında kullanacakları yararlı bilgiler elde etme olanağı sunacak ve hükümet, Merkez Bankası bir ekonomik veri açıkladığında veya bir ekonomik önlem paketi açıkladığında insanların bunu anlaması ve uygulaması daha kolay olacaktır. Bu sayede ekonomiye yapılan müdahaleler daha etkin olacaktır.










3 Haziran 2015 Çarşamba

Tasarrufların Önemi ve Türkiye

Ekonomik birimlerin ellerine geçen gelirlerinin harcanmayan kısmına tasarruf denilir. Tasarruf ekonomiler için oldukça hayati öneme sahip bir ekonomi politikası aracıdır. Bir ekonomide eğer tasarruf oranı yüksek ise ülke yatırımların finansmanında dışa bağımlılığını azaltmaktadır. Tasarruf oranının artması ile yatırımların artışı arasında pozitif bir ilişki vardır. Japonya gibi Asya ülkelerinin hızlı bir kalkınma yaşamasında şüphesiz en büyük etken tasarrufların yüksekliğidir.

Tasarrufları şöyle bir aktarım mekanizmasında anlatmak gerekirse, gelir elde eden ekonomik birimler gelirlerin bir kısmını harcar iken bir kısmını da tasarruf edecek ve bu tasarruflarını  bankaya yatırdığını varsayalım. Bunun sonucu banka mevduatları artacak bankada artan bu mevduatlar kredi hacmini genişletecek ve kredinin maliyeti olan faizler azalacaktır. Zorunlu karşılıkları ayırdıktan sonra elinde kalan bu fonları bankalar yatırım yapmak isteyen girişimcilere kredi olarak açacaktır. Ve yatırımcıların ucuz ve kolay fon bulabilmesi ile yatırımlarının finansmanını sağlayarak yatırımlar artacak ve ülkenin hasılası artacaktır.

Türkiye açısından baktığımızda ise tasarruf oranlarının oldukça düşük seviyede kalması hem yatırımcıların fon kaynağı azalmasına hem de fonların maliyetinin artmasına neden olmaktadır. Ülkemiz bu tasarruf açığını dış finansman yolu ile finanse ederek hem kur riskini üstlenmekte hem de faiz riskini üstlenerek yatırımların maliyeti oldukça artmaktadır. Ayrı olarak tüketim seviyesinin yüksek olması ve buna bağlı olarak talep canlılığının yüksek olması, yatırım maliyetlerinin artmasıyla bu artan talebe yatırımların cevap verememesi nedeniyle enflasyon ortaya çıkmaktadır.


Hafta sonu gerçekleşecek olan genel seçimlerde bütün partilerin vaatlerini aylardır dinliyoruz görüyoruz. Bütün partiler ekonomiye katacaklarını anlatırken daha çok gelir daha çok tüketim olgusu üzerinde durarak politikalarını bu yönde kurgulamışlar. Bu politikaları kurgularken de hiçbir parti ülkenin tasarruf sorunu üzerinde durmamıştır bile. Çünkü hazırlanan bu seçim propagandalarının oy kaygısı nedeni ile hazırlanması, ülkenin esas çıkarlarının oy pahasına geri plana atılması hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin uzun vadede ekonomide hedeflediği başarıyı yakalayamaması ile sonuçlanacaktır. Tasarruf eğilimini arttıramayan, lüks ve gösteriş tüketiminden vazgeçmeyen, geliri ile orantılı bir harcama politikası izlemeyen, sorunları derinden değil de yüzeysel yaklaşıp çözümler üreten Türkiye ne 2023’de ne 2035’de ne de 2071 yılında hedeflediği noktaların yakınında bile olamayacaktır…